Dolar 32,3363
Euro 35,1170
Altın 2.239,10
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Sinop 11°C
Az Bulutlu
Sinop
11°C
Az Bulutlu
Çar 9°C
Per 11°C
Cum 10°C
Cts 12°C

Nazım MAVİŞ İle Sinop’u Konuştuk

Ak Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı Sayın Nazım Maviş ile konuştuk. Nazım Maviş, “Sinop ve yeni Türkiye’yi daha güzel günler bekliyor” dedi.

Nazım MAVİŞ İle Sinop’u Konuştuk
Hayrettin Kaya
25 Aralık 2014 18:48

Sinoplu hemşerimiz AK Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı Nazım Maviş ile Ayancık Gazetesi adına Murat Akyol bir söyleşi yaptı. Söyleşide 2015 seçimlerini, Sinop’a yapılacak nükleer santrali, Sinop’un nasıl marka şehir olacağını, 17-25 Aralık sürecini, Dershanelerin kapanmasını, Yeni Türkiye denilince ne anlaşılması gerektiğini konuştuk. Nazım Maviş ile yaptığımız söyleşiyi gazetemizde iki bölüm halinde yayınlayacağız. Söyleşinin ilk bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. İkinci bölümünü ise gelecek hafta okuyabilirsiniz.

Aslan Özdemir

M.A : Sizi tanıyarak başlayalım, Nazım Maviş kimdir, sizi nasıl tanırlar, kısaca kendinizden bahseder misiniz?
N.M: Ayancık Gazetesi’ne teşekkür ediyorum, bu söyleşi imkânını tanıdığı için. Ayancık Gazetesi, Ayancık’ın gözü-kulağı ve sesi olmayı başardığı için de ayrıca tebrik ediyorum. Gazetenizin köklü bir geçmişi var, sizi takip ediyorum.
1971 Boyabat doğumluyum. Boyabat İmam Hatip Lisesinden 1989 yılında mezun oldum. Babam Durağanlı, biz Boyabat’ta doğduk büyüdük. 1989’da İmamhatip Lisesi’nden mezun olduktan sonra sonra Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümüne girdim ve 1993’te üniversiteden mezun oldum. Arkasından yine Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde siyaset bilimi ana bilim dalında yüksek lisans eğitimimi tamamladım. Şu anda da Hacettepe Üniversitesi siyaset bilimi ana bilim dalında doktora eğitimim devam ediyor.
1999’dan bu yana eğitim sektöründe ticari hayatımızı sürdürüyoruz. Çözüm Dergisi Dershaneleri, Çözüm Yayınları, Martı Yayınları, Beyaz Kalem Yayınları gibi işletmelerimiz var; onların ortağı ve yönetim kurulu üyesi olarak ticari faaliyetlerimi sürdürüyorum.

Siyasi hayatım çok genç yaşlarda başladı. Hizmet için önemsediğimiz bir alan olarak siyaseti gördüm. Milli Gençlik Vakfı, o dönemlerin en güçlü gençlik örgütlerinden bir tanesiydi. Ankara İl Başkanlığı görevini yürüttüm dört yıl. Arkasından yine aynı vakfın Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüttüm. Dolayısıyla partimizin siyasi çizgisi ve taşıdığı değerlerle çok genç yaştan bu yana hemhal olarak bugünlere geldik. Kısaca özetlemek gerekirse, bunları söylemek yeterli olur. Partimizin 30 Eylül 2012 Kongresinde Merkez Karar Yönetim Kurulu yedek üyeliğine seçildim. Arkasından Yerel Yönetimler Başkanımız ve Genel Başkan Yardımcımız Abdülhamit Gül Beyin teklifiyle Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı olarak göreve başladım.
Eşim de Türkelili. Eşimin Türkelili oluşu münasebetiyle Türkeli’yle de yoğun ilişkimiz, geliş ve gidişimiz var.

M.A: Teşekkürler. Umarım bu ilişkiniz hiçbir zaman kopmasın diyelim.
N.M: Teşekkür ederim.

M.A: Son zamanlarda sık sık duymaya başladık, AK Parti Hükümeti yeni döneme dair vizyonunu “Yeni Türkiye” olarak ifade etmektedir. Yeni Türkiye ne demektir, bu konuda neler söylemek istersiniz?
N.M: ‘Yeni Türkiye’ dediğimizde, aslında bir de eski Türkiye’den bahsediyoruz demektir. Çünkü bir şeyin yenisinden bahsediyorsak, bir şeyin yenisini konuşuyorsak onun eskisi de var demektir. Yeni Türkiye’yi tanımak için eski Türkiye üzerinden gitmemiz gerekiyor. Yani eski Türkiye neydi ve hangi Türkiye’den kurtulmak istiyoruz, hangi Türkiye ve hangi problemlerinden kurtulmak istiyoruz, onu konuşmamız lazım.

Eski Türkiye dediğimizde, aslında çok uzağa gitmemize gerek yok. 2002’den önceki 10 yıla göz atmamız yeterli. Eski Türkiye dediğimizde neleri görüyoruz? 1990’lı yılları hepimiz hatırlayacağız, çok acı yıllar geçirmiştik 1990’larda, faili meçhuller vardı, işkenceler vardı, insan hakları ihlalleri vardı. Antidemokratik uygulamalar vardı, iflaslar vardı, devalüasyonlar vardı, ekonomik krizler vardı. Hatırlayacaksınız, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa Başbakanlık kapısının girişinde Başbakana yazarkasa fırlatan esnafımız vardı. Esnaf eylemleri vardı, kepenk kapatan esnaflarımız vardı, yönetilemeyen bir Türkiye vardı, yürütülemeyen bir Hükümet vardı, koalisyonlarla sürekli kriz yaşayan bir Türkiye vardı. Dolayısıyla eski Türkiye dediğimizde bunlar aklımıza geliyor. Başka neler aklımıza geliyor? Eski Türkiye dediğimizde Çetin Emeç’ler aklımıza geliyor, Muammer Aksoy’lar aklımıza geliyor, Uğur Mumcu’lar aklımıza geliyor, Bahriye Üçok’lar aklımıza geliyor, yani faili meçhuller aklımıza geliyor. Eski Türkiye dediğimizde başka neler aklımıza geliyor? Yolsuzluklar aklımıza geliyor, talanlar aklımıza geliyor, vurgunlar aklımıza geliyor, hayali ihracatlar aklımıza geliyor. Eski Türkiye dediğimizde IMF’in kapısında üç kuruş para için günlerce dilenen bir Türkiye fotoğrafı ne yazık ki gözümüzün önüne geliyor. Dolayısıyla bir kere yeni Türkiye demek, yeni Türkiye ideali demek bütün bunlardan kurtulmak demek. Yani faili meçhullerin olmadığı, işkencelerin olmadığı, antidemokratik uygulamaların olmadığı, ekonomik iflasların olmadığı, soygunların, yolsuzlukların, vurgunların, talanların olmadığı bir yeni Türkiye kurmak demektir.

Bizim yeni Türkiye idealimizin iki temel boyutu var. Birincisi; politik bir restorasyonla yepyeni bir Türkiye inşa etmek ve bu Türkiye’yi de ileri demokrasiyle taçlandırmak. İkincisi de; ekonomik restorasyonla güçlü bir ekonomiyi kurarak Türkiye’yi müreffeh ve güçlü bir ülke haline getirmek. Bunun için 2002’den bu yana çok önemli adımlar atıldı.

M.A: Neler yapıldı mesela?
N.M: Yapılanların en önemlisi; Türkiye’de siyasetin üzerinde ve meşruiyetini halktan almadan siyasete müdahale eden yapıların, daha doğrusu vesayetçi düzeneklerin bütün vesayetlerini gerilettik. Yargı vesayeti, askeri vesayet, ekonomik vesayet odakları Türkiye’de sürekli siyaseti dizayn etmeye kalkıyorlardı. Hatırlayacaksınız ülkenin Başbakanını pijamasıyla kapıda karşılayan gazeteciler vardı bu ülkede. Bu ülkenin Başbakanına gazete patronları bizzat kendileri bile değil çalıştırdıkları yayın yönetmenleri ya da gazeteciler aracılığıyla talimat gönderiyorlardı. Dolayısıyla aslında itibarı olmayan bir siyaset kurumu söz konusuydu. Aslında siyaset kurumu halkın onay verdiği, halkın seçtiği, ancak halkın seçmesine rağmen yetkilerini kullanamayan kadük bir mekanizmaydı. Dolaysıyla Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde 2002 yılından bugüne kadar Türkiye’de siyasetin üzerindeki bütün vesayet odakları geriletilmiş oldu.

Bunun dışında yapılan reformlarla ve anayasal değişikliklerle halkın siyasete katılımının önü çok daha güçlü bir şekilde açılmış oldu. Bakın 2007’de yaptığımız Cumhurbaşkanlığı referandumuyla birlikte Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin yolu açıldı. Kötü mü oldu? Yani halk daha çok siyasetin öznesi haline geldiğinde, daha çok siyasi tercihlerle siyaseti belirleyen bir pozisyon kazandığında tabii ki daha güçlü bir demokrasiden söz edebiliriz. Dolayısıyla bizim için yeni Türkiye güçlü demokrasisiyle, ileri demokrasisiyle, yeni anayasasıyla bütün yurttaşlarının kendisini eşit ve özgür hissettiği bir Türkiye’dir. Yeni Türkiye özde ya da sözde vatandaş sınıflandırmasının olmadığı, vatandaşlarımızın bir kısmının özde vatandaş, makbul vatandaş, bir kısmının ise sözde ve makbul olmayan vatandaş olarak değerlendirilmediği bir Türkiye’dir. Yeni Türkiye Alevi’siyle, Sünni’siyle, Kürt’üyle, Türk’üyle, dindarıyla, laikiyle, herkesin kendi yaşam biçimine göre özgürce yaşayabileceği bir ülkeyi tesis etmek demektir. Yeni Türkiye, Türkiye’nin bütün problemlerinden kurtulması, özellikle çözüm süreci konusunda 30 yıldır, 40 yıldır bu ülkenin paçasından çekerek bu ülkenin gelişmesine engel olan Kürt meselesinden ve terör meselesinden kurtulması demektir.

İşin ekonomik tarafına bakınca, 2023 hedefimiz var biliyorsunuz. 2023’te, yani Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılında Türkiye’yi dünyanın 10 büyük ekonomisinden bir tanesi haline getirmek istiyoruz. Üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, Körfez Geçiş Köprüsü, hızlı tren projelerimiz, savunma sanayinde yaptığımız kendi uçağımız, kendi tankımız, insansız hava aracımızla ilgili yatırımlar, Kanal İstanbul projesi, Marmaray, bütün bunlar aslında Türkiye’yi ekonomik olarak dünyanın en güçlü ülkelerinden birisi haline getirmek için atılmış adımlardır.
2023’te kişi başına düşen gayri safi milli hasılanın 25 bin dolarlar düzeyine çıkmasını istiyoruz. Bakın 10 bin dolarlar düzeyine AK Parti iktidarı döneminde çıktı. Mutluluğun kaynaklarından bir tanesi de ekonomik özgürlüktür, kimseye muhtaç olmamaktır. Dolayısıyla milli geliri bu seviyelere yükseltirsek daha mutlu, daha müreffeh bir Türkiye’yi birlikte kurmuş oluruz.

Zaten problemin kaynağı da bu, yani bir kısmı da yeni Türkiye’yi istemiyor. Gezi’ler, 17 Aralık, 25 Aralık, eski Türkiye’yi sürdürmek için yapıldı. Şimdi yıldönümündeyiz 17 Aralık’ın hatta Kobani’yi bahane ederek 6-7 Ekim tarihlerinde Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan hadiselerin de tamamı Türkiye’nin hem demokratik, hem de ekonomik restorasyon süreçlerini engellemek için yapılmış tuzaklardır.

M.A: 17 Aralık demişken… Son operasyonlarla ilgili söylemek istedikleriniz veya açıklamalarınız varsa alabiliriz.
N.M: Tabii 17 Aralık’ın yıldönümündeyiz. Yeni Türkiye’yi anlattık. Aslında Türkiye kabuğunu kırmak istiyor, Türkiye büyümek istiyor, Türkiye gelişmek istiyor, Türkiye yeni bir Türkiye inşa etmek istiyor. Güçlü ve büyük bir Türkiye’yi inşa etmek istiyor. Fakat Türkiye’nin kendi kabuğunu kırmasını istemeyen, Türkiye’nin gelişmesini, büyümesini, kalkınmasını istemeyen güçler de var. Gezide yaşanan olaylarla, 17 ve 25 Aralık’ta yaşanan olayların birbiri arasındaki bağlantıyı görmemiz lazım. Biliyorsunuz Gezi’de, 3-5 ağacı bahane ederek başlatılan eylemlere şahit olduk.

Hatırlayacaksınız Gezi hadiselerini başlatan kesimin temsilcileriyle Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç o zaman bir görüşme yapmıştı. Görüşmeden çıktıktan sonra Gezi olaylarını organize eden komitenin bir basın açıklaması. Basın açıklamasında dediler ki; Hükümetten taleplerimiz var. Bir; üçüncü havalimanı derhal durdurulsun. İki; üçüncü köprünün yapımı-inşaatı derhal durdurulsun. Üç; Kanal İstanbul projesinden vazgeçilsin. Buna benzeyen talep ve tekliflerle geldiler bize. Güya bu arkadaşlarımız çok masumane, çevreci gerekçelerle ve kaygılarla Türkiye’de bir eylem yapıyor. Ancak taleplere baktığımızda, bir sanatçının da söylediği gibi, “ağaç bahane, sen hala anlayamadın mı?” cümlesinde saklı olan gerçeği biz o bildiriyle görmüş olduk. Bunlar Türkiye’nin kalkınmasını, Türkiye’nin gelişmesini, Türkiye’nin büyümesini istemeyenler, büyümesini durdurmak için komplolar kuran birtakım yurt içi ve yurt dışı odakların uzantısı olan örgütlerdi.

17 ve 25 Aralık da aslında bundan bağımsız bir şey değil. Yani Gezi’de başarılı olamayan güçler Türkiye’de ne yazık ki insanların dini duygularını istismar ederek, insanların dini inançları üzerinden bir egemenlik kurmaya çalışan bir yapının taşeronluğuyla tekrar hükümete bir kumpas kurmaya ve Hükümete karşı darbe yapmaya çalıştılar. 17 Aralık’ta da, 25 Aralık’ta da yolsuzlukları ve usulsüzleri bahane ederek Hükümete karşı bir darbe teşebbüsü yapmak istenmiştir, yapılmaya çalışılan şey budur ve bu darbe teşebbüsü başarısız olmuştur. Bu darbe teşebbüsü Türkiye’de paralel devlet gerçeğini ortaya çıkarmış ve devletin içerisinde devletin normal hiyerarşik yapısını dikkate almadan sadece kendi bağlı oldukları mevkilerden talimat alarak çalışan bir paralel yapı teşhir edilmiştir, tespit edilmiştir ve bu paralel yapı şu anda Türkiye’den tasfiye edilmek istenmektedir.

Bakın AK Parti iktidarı darbelerle savaşarak bugünlere gelmiştir. 2002’de iktidara geldik, 2002’den 2014’e kadar her türlü vesayet girişimine, her türlü darbe girişimine karşı dik durduk ve siyasetin üzerindeki her türlü vesayet odağını temizleyerek bugünlere geldik. Vesayet sadece apoletlilerin vesayetiyle, olmaz. 27 Mayıs darbesiyle, 12 Mart Muhtırasıyla, 12 Eylül ihtilaliyle, 28 Şubat süreciyle ve 27 Nisan e-muhtırasıyla 17-25 Aralık operasyonları arasında sadece bir kıyafet farkı vardır. 17 ve 25 Aralık operasyonlarını yapanlar sivil giysilidir, diğer darbe girişimleri ve darbeleri yapanlar apoletli ve haki kıyafetlidir. Bir insanın kıyafetinin haki olması ya da sivil olması, onun darbeci olup olmadığının göstergesi değil. Zihniyet eğer haki ise, zihniyeti apoletliyse, onlar da aynı zamanda sivil vesayetçi ve sivil darbecidir. 17 ve 25 Aralık bir sivil darbe girişimiydi. Sayın Cumhurbaşkanımızın dik duruşuyla, dirayetli duruşuyla bertaraf edilmiş oldu.

M.A: Cumhurbaşkanlığı seçimlerini atlattık, önümüzde de milletvekilliği seçimleri var. Bu seçimlerde de milletvekili olabileceğiniz yönünde duyumlar almaktayız, neler söylemek istersiniz? Milletvekili olursanız neler yapmak istiyorsunuz?
N.M: Tabii en başta söylediğim gibi biz siyaseti bugüne kadar bir ikbal aracı olarak görmedik, çok genç yaşlarda çocukluğumuzdan bu yana neredeyse inandığımız değerler, doğru bulduğumuz fikirler için mücadele ettik. Ve siyaseti bu fikirleri, inandığımız değerleri iktidara taşımanın, inandığımız değerlere hizmet etmenin aracı olarak gördük. Dolayısıyla siyasete ne olacağımız düşüncesiyle hiç bakmadık, bu ülkeye ne verebiliriz düşüncesiyle hep siyaset yaptık. Siyaset bir hizmet aracıdır, bu millete hizmet aracıdır, millete hizmet etmenin birçok yolu vardır. Elbette ki milletvekilliği ve belediye başkanlığı gibi görevler de millete hizmet etmenin araçlarıdır. Böyle bir şerefli görev günü geldiğinde hem halkımızın teveccühü, hem de Genel Merkezimizin takdiriyle herhangi bir şekilde tevdi edilirse bundan memnuniyet duyarız. Ancak kararımız ne olur sorusuna da günü geldiğinde başta Ayancıklı kardeşlerimiz olmak üzere birlikte cevap veririz diye düşünüyorum.

M.A : Kendinizden bahsederken siyasetin yanı sıra eğitim sektöründe olduğunuzu da açıkladınız. Dershaneniz ve yayınlarınız bulunmaktadır. Konuya vakıf olduğunuz için sormak istiyorum; dershanelerin kapatılmasıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
N.M: Şimdi tabii biraz önce 17-25 Aralık’tan bahsettik, Gezi olaylarından bahsettik. “Ağaç bahane, Gezi bahane, hala anlamadın mı?” diyenler gibi aslında dershane konusu da bir bahaneydi birtakım kesimler için. Tabii ki biz dershanecilik sektöründe uzun yıllar hizmet etmiş bir grubuz, ticari bir grubuz. Ancak dershane sürecinde başta Milli Eğitim Bakanımız olmak üzere Hükümetimizin bu konudaki politikalarının geliştirilmesine çok büyük katkı verdik. Dershane sürecinde Milli Eğitim Bakanlığımızın dönüşümle ilgili politikalarını destekledik. Dershanelerimizin okullaşmasına dönük projelerle ilgili öneriler getirdik, Bakanlığımıza sunduk. Dershanelerimizle ilgili Hükümetimiz önemli teşvik yasaları çıkardı. Okullaşmayla ilgili çok ciddi teşvikler ortaya kondu. İnşallah 2015 yılından itibaren dershanelerimizin büyük kısmı okullaşma yönünde ciddi adımlar atmış olacaklar. Ve eğitim sistemi içerisinde bu zenginliği koruyarak özel eğitimin Türk eğitim sistemi içerisindeki payını daha da artırmış olacağız.

M.A : Sinop başta olmak üzere farklı illeri geziyorsunuz, birçok ziyaretlerde bulunuyorsunuz, toplantılara katılıyorsunuz. İnsanların size karşı tutumları nasıl oluyor? Siyasetçiden ne tür beklentileri var?
N.M: Şunu söyleyebilirim: Tabii hizmet etmeye çalışıyoruz. Yerel Yönetimler Başkanlığında görev yapıyorum, yani Türkiye’deki 844 AK Partili belediye ve 10 bini aşkın belediye ve il genel meclisi üyesi Yerel Yönetimler Başkanlığına bağlı olarak görev yapıyorlar. Bu vesileyle belediyelerimizin çalışmalarını, Meclis üyelerimizin çalışmalarını, il genel meclis üyelerimizin çalışmalarını sık sık izliyoruz, takip ediyoruz, onlara rehberlik etmeye çalışıyoruz, onların sorunlarını çözmeye çalışıyoruz.

Ben şunu gördüm bütün bu seyahatler, bütün bu geziler esnasında: Aslında vatandaşımızın siyasetçiden beklentisi çok büyük değil. Siyasetçiden ne bekliyor vatandaşımız? Öncelikle mütevazı olmasını bekliyor.

Bakın kibir insanı küçültür, tevazu insanı yüceltir. Dolayısıyla tevazu bekliyor halkımız. Siyasetçiden ayrıca çözüm bekliyor. Siyaset mazeret yeri değil çözüm yeridir. Siyasetçi de bürokrat değildir, siyasetçi bürokrat gibi davranamaz. Bürokrat, önüne gelen problemlerle ilgili yasalar, mevzuat, kanunlar, anayasal engeller gibi birtakım mazeretler üretebilir. Ama siyasetçinin öyle bir mazeret üretme hakkı yoktur. Çünkü siyasetçi genel müdür değildir, daire başkanı değildir. Siyasetçi milletin sorunlarını çözmek üzere yetki verdiği, Meclis’e gönderdiği, bir şahsiyettir. Dolayısıyla siyaset mazeret değil çözüm üretmesi gereken bir makamdır.

Unutulmaması gereken bir şey var, biz bu seyahatlerde hep onu gördük; asıl olan halktır, siyasetçi sadece vekildir. Yani halkın kendisine verdiği vekâletle sınırlıdır siyasetçi. Eğer halk varsa siyasetçi vardır, halk yoksa siyasetçinin hiçbir anlamı yok. Siyaset bizim için bir vekâlettir, bir emanettir, bir temsildir.

Vekâlettir, biraz önce de söylediğim gibi halk bizi kendi işlerini takip etmek üzere vekil tayin etmektedir. Siyaset aynı zamanda bir emanettir, aslında milletin egemenlik hakkını millet bize emanet etmiştir. Dolayısıyla bu emaneti gözümüzden daha iyi sakınmak zorundayız ve aynı zamanda siyaset bir temsildir, biz milleti temsil ediyoruz, bunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Millete karşı sorumluluğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız, millet siyasetçiden bunu bekliyor.

Başka neyi bekliyor? Eleştiriye açık bir siyasetçi profili istiyor. Arkadaş, her şeyin en iyisini ben bilirim diyemez bir siyasetçi. Benim aklım herkesin aklından üstün diyemez. Bakın dağdaki çobanın bile bize sağlayacağı bir katkı vardır, biz böyle bakıyoruz. Siyasetçi gerçekten eleştiriye açık, eleştiriye tahammülü olan, her söyleneni bir katkı olarak gören bir profil ortaya koyması lazım. Yani söylenen her şeyi kendisine yöneltilmiş tehdit olarak görmemesi gerekiyor. Söylenen her eleştiriyi kendisine karşı husumetle yapılmış görmemesi gerekiyor. Her eleştirinin içerisinden alacağımız mutlaka bir şey vardır. Dolayısıyla siyasetçinin eleştiriye açık olmasını halkımız bekliyor. Her an ulaşılabilir olmasını bekliyor. Ulaşamadığı, erişemediği, dokunamadığı, göz göze gelemediği, bir telefon kadar kendisine yakın göremediği bir siyasetçi profili istemiyor. Onun için AK Partili milletvekillerinden Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun istediği milletvekili profili de tam da budur. Garip gurebanın, fakir fukaranın sofralarından geleceğiz. Bugün Tayyip Erdoğan’ı halkın gözünde kahraman yapan şey budur. Garip gurebanın, fakir fukaranın sofralarından buraya gelmiştir.

Siyasetin bir okulu yok, siyasetçi bir mektepte yetişmiyor. Dolayısıyla halkla sokakta bir arada olduğumuz sürece siyasi tecrübemizi geliştirmiş oluruz. Bu nedenle geldiğimiz yeri hiçbir zaman unutmayacağız. Eğer geldiğimiz yeri unutursak bizi buralara gönderen halkımızı unutursak, elbette ki günü geldiğinde halkta bizi unutacaktır.
Hiç unutmayalım, bir gün geldiğinde hepimiz hem halka hesap vereceğiz, hem de Hakk’a hesap vereceğiz. Eğer siyasetçi bir gün halka ve Hakk’a hesap vereceği şuuruyla hizmet ederse o zaman başarılı olur.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.